5 Ocak 2014 Pazar

2013’ün En Çok Merak Edilen Filmlerinin Değerlendirmesi



Çizgi roman uyarlamalarıyla, Hobbit’in ikinci filmiyle, birçoğu hevesi kursakta bırakan animasyon filmlerle, hayal kırıklığına uğratanlarla, beklentileri fazlasıyla aşanlarla bir yılı daha geride bıraktık. Geçen yıl bu zamanlar düzenlediğimiz listedeki filmlerin birçoğunu izleme şansına eriştik; bazılarını ise henüz göremedik, ama en kısa zamanda izlemeyi planlıyoruz. İşte 2013’te izlemeyi en çok istediğimiz filmlerin kısa kısa yorumları:

15) “Thor: The Dark World”: Bayrağı Shakespeare duayeni Kenneth Branagh’dan devralan yönetmen Alan Taylor, filmi ilkinden daha kötü eleştiriler alsa da, bir çizgi roman uyarlamasının kendisini çok da ciddiye almadığı vakit de ziyadesiyle eğlenceli olabileceğini bizlere gösterdi. Tabiri caizse biraz fazla ‘kalabalık’ bir film olsa da, “Thor: The Dark World” yer yer epey komik olan (Kendini metroda bulan Thor’un Greenwich’e giden yolu sorduğu sahne, Mjollnir’in portmantoya asıldığı sahne gibi) ve başarılı aksiyon sahneleriyle kendini izletmeyi başaran bir devam filmi/uyarlamaydı kanımca. Chris Evans’ın konuk oyuncu olarak yer aldığı sahne ise muhtemelen filmin en eğlenceli kısmıydı. 

14) “Gravity”: Bu senenin en iyi filmlerinden biri, en son “Children of Men” ile kendisine hayran bırakan Meksikalı sinemacı Alfonso Cuaron’un elinden çıkan “Gravity” idi. 3 boyut teknolojisinden sonuna kadar yararlanan bu klostrofobik gerilim, pek sevmediğim Sandra Bullock’un çok iyi oyunculuğu, gerilimi iliklerde hissettiren müzikleri ve yaratılan harikulade atmosferi ile 2013’ün en akılda kalıcı işlerinden biriydi kesinlikle. Emmanuel Lubezki imzalı görüntü yönetimi ise usta işiydi. 
 

13) “Pacific Rim”: “The Hobbit”i yönetmekten son anda vazgeçen Guillermo del Toro’nun bu hınzır aksiyonu, tam anlamıyla bir yaz filmiydi. Zack Snyder’ın iki yıl evvel yaptığını yapıp sevdiği filmlere bolca göndermede bulunduğu bir B tipi aksiyon filmine imza atan yönetmen, Kaiju adındaki dev yaratıklara karşı savaşan robotların hikayesini anlatan bu filmle hem iyi eleştiriler aldı, hem de muhtemel bir devam filminin kapılarını araladı. Ron Perlman da tabii ki filmin olmazsa olmazlarındandı. 

12) “World War Z”: Bu senenin sürpriz hiti, şaşırtıcı olmayan bir biçimde Brad Pitt’i başrole ve yapımcılık koltuğuna oturttuğu için çok iyi hasılat yapan, ve bayağı şaşırtıcı bir biçimde pek de beğenilen bir roman uyarlamasıydı. Max Brooks’un aynı adlı kitabından aktarılan “World War Z”, birkaç sahnesi (ve Brad Pitt) hariç hiçbir özelliği olmayan, büyük bütçeli alelade bir zombi filmiydi aslında. Yani yönetmen Marc Forster bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. 

11) “Oz: The Great and Powerful”: Bir başka hayal kırıklığı da pek sevdiğim Sam Raimi’nin filmi “Oz: The Great and Powerful” oldu. Beklenenden çok daha aşağıda seyreden bu “Alice in Wonderland” etkili film, James Franco’nun sürükleyemeyen performansı, çok daha iyi olmayan hikaye ve olay örgüsüyle yılın vasat işlerinden biri olarak akılda kaldı. Ama hakkını yememek gerek: Teknik bağlamda “Oz: The Great and Powerful” epey iyi bir işti.
10) “The Wolverine”: Epey yetenekli bir yönetmen olan James Mangold’un filmi, Hugh Jackman’ın çok sevdiği, Frank Miller imzalı, 1982 tarihli “Wolverine”den uyarlanmış. Gavin Hood’un “X-Men Origins: Wolverine”inden daha iyi olsa da, Bryan Singer’ın “X-Men”i ve “X2: X-Men United”ının yanına dahi yaklaşamayan bir uyarlama izledik. Jackman rolüne yine yakışmış yakışmasına, ama belki yan karakterlerin yeterince çekici olmaması, belki de kötü karakterimizin çok ahım şahım olmaması nedeniyle, “The Wolverine” biraz sönük bir uyarlama olup çıktı maalesef. İnternette dolanan ve Logan’ın çizgi romandaki sarı-siyah kostümünü ortaya çıkaran silinmiş sahne ise, filmde kesinlikle yer almalıydı. 
 
9) “12 Years A Slave”: Altın Küre Ödülleri’nin bu seneki favorilerinden olan Steve McQueen filmi, bizde bu ay sonu gösterime gireceğinden, kendisini henüz izleme şansına erişemedik. Ancak eleştirileri çok iyi geldiği için, bu seneki Akademi Ödülleri’nde de “12 Years A Slave”in şansının epey yüksek olduğunu tahmin etmek zor değil. 

 
8) “Star Trek Into Darkness”: “The Hobbit: An Unexpected Journey” öncesi gösterilen IMAX tanıtımı deyim yerindeyse ağızları açık bırakan bu devam filmi, Khan olayı biraz can sıkıcı olsa da, kabul etmek gerekir ki etkili aksiyon sahneleriyle donatılmış gayet iyi bir filmdi. J. J. Abrams’ın artık herkesçe bilinen ve kabak tadı vermeye başlayan o meşhur ‘lens flare’lerine rağmen temposu hiç düşmeyen bu filmde, Star Trek hayranlarının çok sevdiği Klingonlar’ı da görmüş olduk. 
 
7) “Iron Man 3”: Kimi hayranlarca ikinci yarıdaki “The Mandarin” sürprizi nedeniyle yerden yere vurulmuş ve anında serinin (muhtemelen “The Avengers” dahil) en kötüsü ilan edilmiş bu Shane Black filmi, tuhaf bir biçimde “Iron Man” üçlemesinin (muhtemelen “The Avengers” hariç) en iyi filmiydi. Tony Stark’ın karakterinin derinlerine inmeyi ve dibe vurduktan sonra tekrar yükselmeyi başarılı bir biçimde hikayeye yediren yazar-yönetmen Black (ki kendisi çok iyi bir senaristtir), Jon Favreau’dan devraldığı bayrağı gururla taşıdı. 

 
6) “Sin City: A Dame to Kill For”: Başlangıçta 4 Ekim 2013 olarak duyurulan ikinci Robert Rodriguez-Frank Miller ortaklığının gösterim tarihi 22 Ağustos 2014’e ertelendi, o nedenle 2006’dan beri beklenen bu uyarlama da ne yazık ki gelecek sezon izlenecekler arasında yer aldı. 
 
5) “The Great Gatsby”: Sinemada estetiğe verdiği önem tartışılmaz, ancak yönetmen Baz Luhrmann’ın son filmi, oyuncu kadrosu ne kadar önemli isimlerin bir araya gelmesiyle oluşmuş, görsel/işitsel olarak da ne kadar etkileyici olursa olsun, bir filmin anlatacağı hikayenin ve kurgunun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bu senenin bir diğer hayal kırıklığı, maalesef “The Great Gatsby” oldu. 

 
4) “Monsters University”: Selefi kadar iyi olmasa da, “Monsters University” zevkle izlenen bir animasyon ve devam filmiydi. Film, “Wreck-It Ralph”, “The Croods”, “Despicable Me 2” gibi son derece vasat animasyon filmlerin gösterime girdiği bu yılda, Pixar’ın eskisi kadar başarılı olmasa da hala iyi filmler çıkarabileceğini bizlere göstermiş oldu.       

 
3) “The Lone Ranger”: Bu senenin “Sucker Punch”ı ne yazık ki Gore Verbinski imzalı “The Lone Ranger” oldu. Bu nostaljik aksiyon filmi, Jerry Bruckheimer ve Johnny Depp’e rağmen gişede çuvalladı ve hiç de iyi eleştiriler almadı. Oysa ki bu tür kovboy-kızılderili filmlerini sevmeyenlerin bile ilgisini çekebilecek bir filmdi “The Lone Ranger”, ve içerdiği nostalji bir yana, getirdiği ince eleştiriyle de dikkat çekmeyi başarıyordu. Müzikleri ise muhtemelen Hans Zimmer’ın yaptığı en kötü işti. 

 
2) “Man of Steel”: Posterlerinden, tanıtımlarından ve Hans Zimmer’ın mükemmel tema müziğinden dolayı fena halde merak uyandıran bu Zack Snyder-Christopher Nolan işbirliği, Henry Cavill rolüne pek yakışmış olsa da kabul etmek gerekir ki beklentinin biraz aşağısında kaldı. Bol patlamalı, bol yıkım-dökümlü ve son derece göz yorucu aksiyon sahnelerine sahip film, Jonathan Kent’in (Kevin Costner) abartılı ölüm sahnesi gibi birçk anıyla da hayal kırıklığı yaratıyordu. Ancak Kal-El’in kostümünü giydikten sonra uçtuğu ilk sahne ve sondaki Süpermen-General Zod dövüşü gibi sekanslar son derece iyiydi. 

1) “The Hobbit: The Desolation of Smaug”: İlkinden çok daha iyi olan Peter Jackson filmi, ilk etapta o saçma sapan Beorn’a sövdürmüş olsa da, Kuyutorman ve “Barrels out of Bond” sahneleriyle gönül almayı başardı. Harika bir sanat yönetimine sahip olan (Lake Town mükemmeldi örneğin) filmin Howard Shore imzalı müzikleri içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğiz: Bizce kendisinin emekli olma vakti gelmiş.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder